Her Yönüyle Deprem Çalıştayı Ankara`da Gerçekleştirildi
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi tarafından 11 Kasım 2023 tarihinde, İMO Teoman Öztürk Salonu`nda "Her Yönüyle Deprem Çalıştayı" düzenlendi.
Çalıştayın açılış konuşmaları İMO Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç ve Ankara Şube Başkanı Bülent Tatlı tarafından yapıldı. Açılış konuşmalarının ardından oturumlara geçildi.
Moderatörlüğünü Ankara Şube Başkanı Bülent Tatlı`nın yaptığı birinci oturumda Odamızın bölgede yaptığı çalışmalar Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi Cem Çetin tarafından aktarıldı. Depremden en çok etkilenen illerdeki İMO temsilcilerinin depremin ilk gününden bugüne kadarki gelişmelerin anlatıldığı sunumlar gerçekleştirildi.
Moderatörlüğü Adıyaman İSİAS Otel`deki arama kurtarma faaliyetlerine de katılan KTMMOB İMO Başkanı Gürkan Yağcıoğlu tarafından yapılan 2. oturumda depremin ilk saatlerinden itibaren kayıpları ve adalet için mücadele eden ailelerin anlatımları ile karşılaştıkları zorluklar gündem edildi.
Prof. Dr. Erdem Canbay`ın başkanlığında gerçekleştirilen 3. oturumda yaşadığımız depremi neden/sonuç bağlantıları ile irdelemenin yanı sıra nitelikli, teknik ve bilimsel kurallar ışığında yapı tasarımı gündem edildi. İMO Ankara Şubesi YK Üyesi, Hukukçu Anıl Şahin`in başkanlığında 4. oturumda hukuki çerçevede deprem öncesi sürecin değerlendirilmesi, özel hukuk, ceza hukuku ve idare hukuku açısından kişilerin ve idarenin sorumluluğu, deprem nedeniyle gerçekleşen kayıplara ilişkin hukuk ve ceza yargılaması süreçleri ile meslektaşlarımızın sorumlulukları hakkında sunumlar yapıldı.
Çalıştay günü fuaye alanında "Göçen Sadece Binalar mı?" başlıklı sergi yer aldı. İMO Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç tarafından yapılan konuşmaDeğerli konuklar, kıymetli meslektaşlarım, Hepinizi Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Öncelikle 6 Şubat Kahramanmaraş Depremlerinde hayatını kaybeden on binlerce yurttaşımızın anısı önünde saygıyla eğiliyor, tüm ülkeye İnşaat Mühendisleri Odası adına bir kez daha baş sağlığı diliyorum. 6 Şubat Depremleri ve akabinden gelen 20 Şubat Hatay Depreminden sonra Odamızın her biriminin ana gündem maddesi deprem olmuştur. Ankara Şubemizin değerli yöneticilerine ve emekçilerine de konun pek çok yönünün değerlendirileceği böylesi bir etkinlik düzenlediği için teşekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca deprem bölgesinden kalkıp gelen, yaşadıkları mağduriyetleri, sorunları ve verdikleri mücadeleyi bizimle paylaşacak olan değerli katılımcılara ve yöneticilerimize, meselenin bilimsel, teknik ve hukuki boyutlarını bize anlatacak değerli bilim insanlarına ve meslektaşlarıma, Kıbrıs`tan gelip burada bilfiil kurtarma çalışmalarında görev yapmış ve bizimle deneyimlerini paylaşacak olan Kıbrıs İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı sayın Gürkan Yağcıoğlu`na teşekkür ediyorum. Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar 6 Şubat Depremleri gerçekten çok büyük depremlerdi. 7.8 ve 7.6 büyüklüğündeki depremeler sadece büyüklükleri açısından değil şiddeti, yıkıcılığı ve ivmeleri açısından da yer bilimcilerin, sismologların beklentisini aşan depremler niteliğindeydi. Kimilerine göre 3, kimilerine göre 4 çok büyük depremin peş peşe yaşanması dünyadaki bilim insanları açısından da şaşırtıcı oldu. Dolayısıyla bu denli büyük ve yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün olmayabilirdi fakat böylesi dehşet verici bir tabloyla karşılaşmamız elbette ki önlenebilirdi. Resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanımız hayatını kaybetti, yaklaşık 40 bin bina yıkıldı, 300 binden fazla bina ağır hasar aldı. Maddi kaybın 100 milyar doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca, Deprem sonrası müdahale konusunda da hepimiz yaşanan acziyete ve beceriksizliğe şahit olduk. Toplumun dayanışması ve yaşanan felaket karşısında örgütlenme kabiliyeti ne acıdır ki devletin önündeydi. Siyasi kaygıların, insani yardım ve dayanışmaların önüne geçtiğini izledik. Afet müdahale planlarının sadece birer kağıt parçasından ibaret olduğunu anladık. Kuşkusuz ki afetler sonrasına hazırlıklı bir devlet yapımız olsaydı, can kaybımız bu denli olmayacaktı. Afet sonrası yaşanan dramlar bu denli içimizi acıtmayacaktı. Değerli meslektaşlarım, Aslında, afete müdahale konusunda ne kadar kırılgan ve ciddiyetten uzak olduğumuzu son birkaç yıldır şahit olduğumuz davranışlar ele vermişti. Daha üç yıl öncesinde meydana gelen İzmir depreminde yıkımın sadece 6-7 bina ile sınırlı olmasına rağmen, koca kentin nasıl saatlerce kilitlendiğini, enkazlara saatler sonra ulaşılabildiğini, bazı hastanelerin ise hizmet veremediğini, hatta konusu ve uzmanlığı olmayan bir bakanın enkazın üzerinden kameralara nasıl şov yaptığını, hep beraber görmüştük. 6 Şubat Depremlerinden sadece aylar öncesinde, ülke genelini kapsayan bir deprem tatbikatının ne denli eğlenceli bir gösteri olduğunu ve bu gösterinin önemli kahramanın ise bir İçişleri Bakanı olduğunu kameralardan izlediğimizde kaygılarımız bir kat daha artmıştı. Nitekim deprem sonrası medyaya düşen AFAD yöneticilerinin ciddiyetsizliğine dair videolar, Afet Müdahalesinin neden yetersiz kaldığının da göstergesi oldu. Sonuçta sadece AFAD değil tüm devlet kurumları arasındaki koordinasyonsuzluk ile siyasallaşmış kadroların süreci değil algıyı yönetmeye çalışması kendileri açısından siyasal getiri sağlamış olsa bile, sosyal ve insani açıdan büyük yaralara sebebiyet vermiştir. Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar, Afet sonrası çalışmalar, kuşkusuz afetin hemen akabinde yapılan arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılamayla sınırlı değildir. Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, altyapısal hizmetlerin yani elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme ihtiyaçlarının karşılanması gibi çalışmalarda yetersiz ve yanlış işlerin yapıldığını üzülerek izliyoruz. Aradan 9 ay geçmesine rağmen eğitim, sağlık ve güvenlik ihtiyaçlarının da yeterince karşılanamıyor olması bir başka gösterge olarak karşımıza çıkıyor. Afet sonrasının ileriki çalışmaları ise tam bir bilinmezlik içerisinde yürütülüyor veya yürütülüyormuş gibi yapılıyor ne yazık ki. Bir yandan şehirlerin yeniden kurulması, yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, konut ve işyeri ihtiyacının karşılanması konularında seçim öncesi verilen taahhütlerin rafa kaldırıldığı görülürken, diğer yandan yapılan cılız çalışmaların da sağlıklı kentleşme ve güvenli yapılaşma açısından (yer seçiminden inşa kalitesine kadar) endişe verici örneklerle dolu olduğu görülüyor. Bu da yetmiyormuş gibi deprem bahane edilerek mülkiyet hakkını da ortadan kaldıracak yeni düzenlemeler getiriliyor. Değerli meslektaşlarım, Şu ana kadar söylediklerim afet sonrası çalışmalara ilişkin gözlemlediğimiz, ikaz ve itiraz ettiğimiz konuların kısa bir özetidir. Ancak yaşanan depremin bir felakete dönüşmesinin esas nedeni bu değildir. Deprem sonrası yaşanan ve hala devam etmekte olan beceriksizlik, koordinasyonsuzluk olmasaydı bile, yani maddi ve manevi her yönüyle hazırlıklı bir devlet yapısı olsaydı bile, böylesine yaygın bir yıkım karşısında çaresiz kalabilirdi. İşte onların da sığındıkları durum bu ve "yüzyılın afeti" olarak nitelendirmelerinin sebebi bu. Evet, beklenmedik büyüklükte bir depremin yaşandığı bir gerçektir. Ancak bu gerçek, başka gerçeklerin üstünü örtmüyor. Afete hazırlığın temelini güvenli yapılaşma ve sağlıklı kentleşme çalışmaları oluşturmaktadır. Bunlar yapılmadığı taktirde böylesine yaygın bir yıkımın oluşmasının önüne geçilemiyor ve deprem sonrası müdahalenin altından kalkmak mümkün olmuyor. İşte en büyük suç ve günah burada yatıyor. Türkiye`deki 10 milyon yapının %60`ının riskli olduğu biliniyor ve en yetkili ağızlar tarafından ifade ediliyor olmasına rağmen bu yapılara güçlendirme, yenileme, dönüşüm şeklinde müdahale etmiyorsanız yıkım ve kayıplara neden oluyor ve suç işliyorsunuz demektir. Bu 6 milyon yapıya bırakın müdahale etmeyi, varlıklarını bile tespit etmiyorsanız siz depremi ve diğer doğa olaylarını umursamıyorsunuz demektir. Siz çıkardığınız planlarda riskli yapıları 2017 yılına kadar tespit edeceğinizi taahhüt edip de, 2023`te daha nasıl yapacağınızı bile tartışıyorsanız, siz bu toplum ile alay ediyorsunuz demektir. Kimileri bu söylediklerime itiraz edip, 2012 yılından bu yana, yani son 11 yılda yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarından bahsedebilir! Fakat TBMM`nin 6 Şubat Depremlerine ilişkin çıkarmış olduğu Mayıs 2023 tarihli raporundan anlaşıldığı üzere son 11 yıl içerisinde ülke genelinde sadece 238 bin civarında riskli yapıya "Kentsel Dönüşüm" adı altında müdahale edilerek yenilenmesi sağlanmıştır. Yani 2012 yılından bu yana riskli olduğu düşünülen yapı miktarının sadece %3-4 civarındaki kısmı yenilenebilmiştir. Kaldı ki yapılan kentsel dönüşüm uygulamalarının doğruluğu ve sağlıklılığı şüphe götürür niteliktedir. Çünkü riskli yapı veya riskli bölge tespiti yapılmadan gerçekleştirilen kentsel dönüşümler sadece ve sadece rantı yüksek bölgelerle sınırlı kalmıştır. Rantsal dönüşüm öyle bir hal almıştır ki, çoğu riskli bölgelerde yaprak bile kıpırdamazken, kıymetli bölgelerde rant getirisinden faydalanmak için yeni binalar bile kitabına uydurulup yıkılıp yeniden yapılmıştır. Son 12 yılda İstanbul`da riskli olduğu iddiasıyla dönüştürülen bina oranı %13 civarında olmasına karşın yaratılan bağımsız bölüm %85 artmıştır. Bu da rantla birlikte kentsel yoğunluğu artırmıştır. İstanbul`da kentsel dönüşüm ile yaratılan rant değerinin 85 milyar dolar civarında olduğu söylenmektedir. Bu rakam İstanbul`daki 600 bin civarında olduğu söylenen riskli yapının güvenli hale getirilmesi için ihtiyaç duyulan finansmanın birkaç katı büyüklüğündedir. Dolayısıyla kentsel dönüşüm adı altında deprem hazırlığı yapıldığı iddiaları büyük oranda safsatadan başka bir şey değildir. Nitekim 6 Şubat Depremleri bunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Bugün siyasi iktidar sahipleri ağız birliği yapmışçasına yapılarda güçlendirmeye karşı olduklarını dile getirmektedirler. Evet, güçlendirme hassas bir iştir. Bilinçli ve bilgili kişiler tarafından tasarlanıp uygulanması, bilinçli ve bilgili kişiler tarafından denetlenmesi gerekir. Bunu sağlamak sanıldığı kadar zor bir durum değildir. Yeter ki siyasi kadrolar bunun üzerinde kararlılıkla dursun. Çünkü güçlendirme yeterli finans desteği ile çoğu binanın güvenliği için hem ekonomik hem de hızlı bir çözümdür. Yine 6 Şubat Depremleri bunun pek çok olumlu örneği ile doludur. Fakat güçlendirmenin en büyük sorunu rant getirisinin olmayışıdır. İşte bu yüzden bugünün siyaset dünyası ve onların finansörü durumundaki müteahhitlik sektörü güçlendirme alternatifini yok saymakta, mevcut kentsel dönüşüm uygulamalarının önünü daha çok açacak ve insanların mülkiyet hakkını rafa kaldıracak yasalar çıkarmaktadırlar. Değerli meslektaşlarım, Riskli yapı stokundan bahsettik. Bu stokun neden oluştuğundan bahsetmek gerekir biraz da… Kuşkusuz en temelinde yatan sebepleri, ülke içindeki kontrolsüz göç hareketleri, dengesiz büyüme ve plansız kentleşme olarak sıralayabiliriz. Devletin en önemli görevlerinden biri olan yurttaşlarının barınma ihtiyacını planlayamaması ve karşılayamaması sonucu kontrolsüz bir yapılaşma düzeni on yıllar boyunca hakim olmuştur. Bunun sonucu iktidarlar her birkaç yılda bir imar afları çıkarmak zorunda kalmıştır. En son örneğinde olduğu gibi imar afları da teknik kontrollerden kaçırılarak devlet açısından bir gelir kapısı haline sokulmuştur. Ancak merak edilen soru şudur; son 60 yılın eseri olan riskli yapı stoku neden yıllar içerisinde dönüşüp azalmamaktadır? Her yıl 100 bin civarında yeni yapı üretilmektedir. Yoksa bunların bir kısmı riskli yapı stokumuzu beslemekte midir? Üzülerek söylemek zorundayım ki; evet! Çünkü son 20 yılda yaygınlaştırılan yapı denetim düzeni, kısmi iyileştirmeler getirse de sağlıksız inşaat ve yapılaşma kültürünü değiştirmemiş, devletin sorumluluğunu üzerinden atacağı mekanizmalar kurmuştur sadece. Yapı denetim sistemi, yapı üretim sürecinin en temel ihtiyacı olan mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin gerçekten verilmesini değil, mühendislerin, mimarların kağıt üzerinde sorumluluk almasını, bunu da cüzi ücretler karşılığında yapmasını tasarlamıştır. Çünkü mühendislik mimarlık hizmetleri maliyet artırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Sadece ücretleri açısından değil gerek teknik gerekse imar açısından uygunsuz imalatlara onay vermemesi de kâr kaybına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla fiilen inşaat süreçlerinin dışında tutulmaktadırlar. Kurulan yapı denetim sistemi, yaratılan iklim buna hizmet etmektedir. Bu durum da siyasal iktidarların bilgisi ve gözetimi altında gerçekleşmektedir. Değerli meslektaşlarım, Deprem tehdidine karşı güvenli kentler ve yapılaşma oluşturmak kolay olmayan, karmaşık ve maliyetli süreçlerdir. Fakat yapılamaz değildir. Üstelik çok uzun zamana yayılmadan da gerçekleştirilebilir. Ancak bunun için tercihini sermayeden, ranttan ve kar etmekten yana değil halkından ve ülkesinden yana kullanacak kararlı bir anlayışa ihtiyaç vardır. Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar, Sözlerime son verirken sizlere tarihteki bir depremden bahsetmek istiyorum. 1755 yılının 1 Kasım günü yani Hıristiyanlar için önemli bir dini günde, Lizbon`un Atlas Okyanusuna doğru 200 kilometre açıklarında, 9 büyüklüğünde olduğu tahmin edilen bir deprem oldu. Deprem ve arkasından gelen Tsunami dalgaları başta Portekiz olmak üzere İspanya, İngiltere ve Fas`ı etkiledi. En ağır yıkım Lizbon`da gerçekleşti. Kaynaklara göre 60 ila 100 bin civarında insan hayatını kaybetti.
Fakat bu deprem insanlık ve uygarlık adına pek çok değişimleri tetikledi. 1-Deprem sonrası müdahalede ordu ve devlet birimlerinin etkin kullanımın önemini gösterdi.
2-Lizbon şehri bir plan dahilinde yeniden inşa edildi. Halihazırda şehir planlamasının öncüsü olarak nitelendirilmektedir.
3-Bundan sonra oluşacak depremlerde yapıların yıkılmasını önlemek amacıyla taş duvarlar ahşap çerçevelerle desteklenmeye başlandı. Deprem mühendisliğinin öncüsü olarak kabul edilmektedir.
4-Fransız Devriminin önemli düşünürlerinden olan Jean Jacques Rousseau yine Fransız aydınlanmacısı Voltaire`e yazdığı mektupta "Yaşadığımız acıların nedeni sadece jeolojik değildir. İnsanları deprem değil, yoksulluk öldürüyor" diyerek sorunun sosyolojik boyutlarını dile getirdi.
5-Her ne kadar din adamları depremi Tanrısal sebeplerle izah etse bile, Voltaire ve Kant gibi filozofların depremleri bilimsel temellere oturtma çabaları sayesinde meselenin teolojik izahattan uzaklaşması o tarihten itibaren yaygınlaşmaya başladı. Değerli meslektaşlarım,
6 Şubat depremlerinin de ülkemizde köklü değişikliklere gidilmesinin önünü açması dileğiyle sözlerimi bitiriyor, hepinize saygılar sunuyorum.
İMO Ankara Şube Başkanı Bülent Tatlı tarafından yapılan konuşma.
Sayın İMO Başkanım, Kıbrıs İMO başkanım, TMMOB 2. Başkanım, İMO yönetim kurulu üyelerim, şube başkanlarım ve yöneticilerim, değerli hocalarım, saygıdeğer katılımcılar sizleri İMO Ankara Şube Yönetim Kurulu adına saygı ile selamlıyorum ve Depremi enine boyuna tartışacağımız çalıştayımıza hoş geldiniz. Değerli katılımcılarımız 1999 yılında Gölcük ve Düzce merkezli iki büyük deprem yaşadık. Bundan tam 24 yıl önce yine binlerce bina yıkılmış, on binlerce insan hayatını yitirmişti. Yarın Düzce Depreminin 24. yıl dönümü o günden bu yana ülkemizde birçok yıkıcı deprem yaşadık ve yüzlerce canımızı kaybettik. 1999`u milat kabul etmek üzere onlarca kanun standart ve uygulama değişikliğine gidildi. Ancak ne kadar yol aldığımızı, neyi başarabildiğimizi neyi başaramadığımızı maalesef dokuz ay önce 6 Şubat sabaha karşı saat 04:17`de acı bir deneyimle gördük. İnşaat Mühendisleri Odası 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin 70 yılında kazanmış olduğu birçok tecrübeyle gerek 1999 öncesi gerekse de sonrası birçok teknik değerlendirmenin yanında yanlış uygulamaların düzeltilmesi açısından da uyarılarda bulunmuştur. İMO benimsemiş olduğu toplumcu mühendis anlayışı çerçevesinde hiçbir meseleye dar meslekçi bir bakış açısıyla yaklaşmamıştır. Her ne kadar inşaat terimi kaba ve içerisinde insan barındırmayan bir kelime gibi gözükse de yaptığımız bütün çalışmaları doğayla uyumlu ve tüm canlıların yaşam haklarına saygı gösteren bir anlayışla devam ettirmekteyiz. Aslında bugün "Her Yönüyle Deprem" adıyla gerçekleştirmiş olduğumuz bu etkinliği de bu bakış açısıyla hazırlamaya çalıştığımızı bilmenizi isteriz. Çünkü yıkılan sadece binalar değildi. 50.binin üzerinde insanımız hayatını kaybederken arkalarında çok fazla yaşanmışlık, anı, keder bıraktı ve milyonlarca insanımızın yaşantısı değişmek durumunda kaldı. Bugün aramızda olmayan canlarımızın yakınları sadece adalet talep ediyor. Evet adalet talebinde bulunan aileler bugün aramızdalar. 6 Şubat sabahı İnşaat Mühendisleri Odası`nın bölgedeki temsilcileri de birer depremzede olarak uyandı. Geçtiğimiz dokuz ay içinde bir taraftan kendi kayıplarıyla uğraşırken diğer taraftan bölgedeki yanlış uygulamalara karşı mücadelelerin içerisinde bulundular. Bugün onlarda aramızdalar. Bizi içinde bulunduğumuz bu karanlıktan çıkaracak depremi afet olmaktan çıkaracak tek rehber bilimdir. Mevcut durumu irdeleyecek ve tekrar yaşanmaması için teknik olarak neler yapmamız gerektiğini anlatacak hocalarımız da aramızdalar. Her depremden sonra günah keçisi ilan edilmeye hazır bir meslek grubu olmamız sebebiyle hukuksal çerçeveden bakacak olan hukukçu meslektaşlarımız da aramızdalar tüm katılımcılarımızı ayrı ayrı selamlıyorum. Mühendislik hizmetlerinde özellikle yapı alanlarında hizmet veren teknik kadroların tecrübeleri kamu çıkarları açısından son derece büyük bir önem taşımaktadır. Yetişmiş teknik personellerle birlikte kaliteli uygulamaların artması halkın can ve mal güvenliğinin korunarak, kaynakların doğru kullanılması açısından son derece önemlidir. Ancak geçmiş yirmi yılda özellikle teknik personellerimiz ciddi bir değersizleştirme ile karşı karşıya kaldı. Birçok kamu kurumunda teknik personelin karar süreçlerine katılımı değil kararı nasıl alındığı her zaman soru işareti olan projelere imza atmaları beklenmektedir. Kamunun her alanında eleştiren, tartışan, sorgulayan değil onaylayan kadrolar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Öyle ki; Anayasa Mahkemesi üyeleri dahi Anayasal bir değerlendirme sebebiyle yargılanabilmektedirler. Bizim meslek alanımız açısından da ifade etmek isterim ki; depreme karşı dirençli kentler konusunda yapılması gerekenleri yapması gerekenler, neler yapılması gerektiğine bu salondaki herkes kadar hakimler. Yapılması gerekenler meclis deprem araştırma raporlarında ve Afad`ın Ulusal Deprem Strateji Eylem Planlarında çok net bir şekilde ifade edilmektedir. Ancak bunların tamamı kağıt üzerinde kalmaktadır. 2011 yılında hazırlanan bu plana göre büyük çoğunluğu 2017 yılında tamamlanmak üzere 2023 yılına kadar tüm binaların envanter çalışmaları tamamlanacak ve 2023 yılına kadar tüm yapılar depreme karşı dirençli hale getirilecekti. Eğer bunlar yapılmış olsaydı en son yaşadığımız depremlerde hayatını kaybeden on binlerce canımız hayatta olacaktı. Değerli konuklar, Konuşmanın çok fazla uzamaması açısından Yapı Güvenliğini doğrudan ilgilendiren sadece dört madde üzerinde durmak istiyorum.
Bunlardan ilki eğitim. Tabii ki eğitim dediğimizde sadece inşaat mühendisliği eğitimini kastetmiyoruz. Eğitim, AKP iktidarının tırnak içinde en başarılı olduğu alan. İktidar, 21 yıldır reform adı altında sayısız değişiklik yaparak eğitimin var olan sorunlarını çözme yerine yeni sorunlar oluşturdu. AKP, siyasal hedeflerine ulaşmak için eğitimi, öğretmeni, veli ve öğrencileri feda etti. On yıllardır dile getirdiğimiz nitelikli bir mühendislik eğitimi talebi bir yana bugün bulunduğumuz sistem içerisinde temel matematik bilgisine dahi sahip olmayan hatta tabi oldukları sınavlarda tek bir matematik doğrusu olmayan mühendislik öğrencileri ile karşı karşıyayız. Böyle bir eğitim sistemi içerisinde mezun olan bu öğrencileri mi yoksa bu sistemi bizlere dayatanları mı sorumlu tutmalıyız. İkinci madde yapım işlerinin belkemiği proje alanı. Odamız tarafından 30 yılı aşkındır özenle çalıştığımız yetkin mühendislik çalışmaları her seferinde iktidar eliyle baltalandı. Niteliği sorgulanır eğitimlerle mezun olan meslektaşlarımız mezuniyetlerinin ilk gününden itibaren sınırsız denilebilecek yetkilerle projelere imza atabilmekler. Bizlerin talebi ise asli görevimiz olan üyelerimizin sicilinin ve yetkinliklerinin takibinin meslek odaları eliyle yürütülebilmesiydi. Deprem sonrası planlı alanlar imar yönetmeliğinde yapılan ve hiçbir bilimsel değerlendirmeye tabi olmayan sınırlamalarla meslek odalarını devre dışı bırakmaya çalışmışlardır. Meslek alanımızda yalnızca meslek yaşına bakmak herhangi bir anlam ifade etmemekte, mühendisin hangi alanda, hangi tip projelerde çalıştığı esas olarak önem arz etmektedir. Mühendislik bilgi ve deneyim mesleğidir. Mühendislikte yetkilendirme bu temel kriterlere göre yapılmak zorundadır. Meslek yaşı tek başına deneyimin göstergesi değildir. Bilginin ise hiç değildir. Bilgi ve deneyimi ölçme/değerlendirme yöntemleri mevcuttur ve bunların nasıl yapılacağı Odamız tarafından formüle edilmiş ve hatta uygulanmıştır. Bakanlık meseleyi çözme niyetinde ise Meslek Odalarını hasım gibi görme alışkanlığından vazgeçmelidir.
Mühendislikte nitelikli proje ve tasarım hizmetlerinin üretilmesi ve bunun sürdürülebilir olması için sadece Yetkin Mühendislerin meslek icrasında yetkilendirilmeleri yetmez. Bu alanda istihdamın artırılması ve kalıcı olması bir o kadar önemlidir.``
Üzerinde duracağım üçüncü madde ise işin uygulama ve rant kısmı. Ülkemizde 330.000 müteahhit, 150.000 bakkal bulunmaktadır. Ben bunu ülkemizde insana verilen değerin bir göstergesi olarak algılıyorum. Teknik olarak hiçbir yeterliliği aranmayan bu meslek grubu eliyle konut ihtiyacının çok büyük kısmı imal edildi. Buna rağmen son yıllarda yüksek enflasyon, konut maliyetlerindeki artış, ekonomik yatırım araçlarına güvensizlik gibi nedenlerle konut ve kira fiyatları kontrolsüz biçimde artıyor. Ülkemizdeki Konut Krizi, konut arzının yetersizliğinden ya da boş arsa bulunamamasından kaynaklanmıyor. Krizin temelinde konut üretiminin yurttaşlarımızın ihtiyaçlarına göre planlanmaması, inşaat sektörünün sermaye aktarımı mekanizmasına dönüştürülmesi ve konutların bir yatırım aracı olarak belirli kesimlerin elinde toplanması gibi nedenler yatıyor. Siyasi iktidar konut krizini çözmek istiyorsa, sorunu derinleştirmekten ve ülke kaynaklarını heba etmekten başka bir işe yaramayan seçime odaklı rant projelerini bir yana koymalı. Konut sorunu kamucu bir anlayışla ve uzun dönemli bir planlamayla ele alınmalıdır.
Olayın teknik açısından bakacak olur isek yetkili olması gereken şantiye şefleri ise Yönetmelik ile beş işe kadar görevlendirildi. Yani yönetmelik aracılığıyla bir meslektaşımız beşe bölünerek şantiye şefliği fiili olarak yapılamaz hale getirildi. Bu sebeple şantiye şeflinin görevlerinden olan yapının fen ve tekniğe, ruhsat ve projesine göre uygun olarak inşa edilmesi aşamaları askıya alınmıştır.
Son olarak yapı denetimini ele alalım. 99 depreminden bu yana çeşitli değişikliklerle bir şekilde yürütülmeye çalışılan bu faaliyet daha düne kadar patronunu denetleyen bir sistem olarak devam etmekteydi. 2019 yılında olumlu bir adımla denetleyen ile denetlenen arasındaki bu ticari bağ koparıldı. Ancak bu sistem içerisinde faaliyet gösteren birçok meslektaşımız işini doğru yapmak istediğinde sıklıkla şiddete varan tepkilerle karşılaşmaktadır. Tabi birde sistem içerisinde aktif ve pasif çalışan durumları var ki bu da sistemin tekrar sorgulanması gerektiğini açıkça göstermektedir. Yapı denetim işlerinin kamusal yönü arttırılmalıdır. Yapı Denetim Sisteminde proje denetimi ve uygulama denetimi birbirinden ayrılmalı, kamu bünyesinde ülke genelinde ihtiyaç duyulan yer ve miktarda idari özerkliğe ve güvenceye sahip "Etüt ve Proje Denetim Birimleri" oluşturulmalıdır. Bu birimler denetledikleri projelerin ölçek ve özelliklerine göre sınıflandırılmalı ve yetkilendirilmelidir. Bu birimlerde ilgili tüm meslek disiplinlerinin yeterli düzeyde istihdamı sağlanmalı, görev yapacak sorumlular Meslek Odaları tarafından yetkilendirilmelidir.
Yapı Denetimde çalışan meslektaşlarımız hem zorbalığa karşı hem de özlük hakları açısından güvenceye alınmalıdır. Bugün bir yapı denetim firmasının aldığı ücret yapının maliyetinin %1.5 i mertebelerindeyken, bir emlakçının satışından aldığı ücret giydirilmiş bedelin %4`ü civarındadır. Yani bir dairenin yapım bedeli 1 milyon ise satış bedeli 10 milyondur. Aradaki fark 20-30 kat kadardır. Bu sistemde sağlıklı bir denetimin nasıl yapılabileceğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Şimdi bu binaların göçmesinin sorumlusu İnşaat mühendisleriymiş gibi nasıl yıkıldığı dahi tespit edilemeden hatanın nereden kaynaklandığı bilinmeden bir cadı avına dönüşen kendileri de depremzede olan bölgede yaşayan meslektaşlarımız olmuştur ve olmaya devam ediyor. Tabi ki hatası olan herkes hukuk önünde hesap vermelidirler. Ama imar planlarını oluştururken bataklık diye tabir ettiğimiz alanları yani eski tarım alanlarını 3 kuruşluk rant uğruna yapılaşmaya açarsanız, hem de çok katlı yapılaşmaya.
Sonuç olarak oturduğumuz binalar eğer yasal ise yani yapı kullanım izinleri var ise buradaki tüm sorumluğu devlet almış demektir. Bir yurttaş oturduğu binanın sağlam mı değil mi diye bilmek zorunda değil ona orada oturabilirsin iznini veren devlet bilmeli ve oraya güvenli hale getirmelidir. Yani bir bina yıkıldıysa eğer kaçak diye tabir ettiğimiz bir yapı değilse yasal ise buradaki tüm sorumluluk devlete aittir. İmalatın başından bitimine sonrasındaki periyodik kontrollerinden hepsinden devlet sorumludur.
Özetle matematik bilmeden mühendis, bakkaldan kolay müteahhit olunabilen, şantiye şefliğini kâğıt üzerinde dayatıp, onlarca teknik personelle çalışan yapı denetimleri firmalarını emlakçıların altında konumlandıran oda yetmezmiş gibi bütün kanunsuz uygulamaları vatandaş beyanı ile imar barışı altında yasallaştıran 6 şubat depremi olmasaydı yeni imar affı eli kulağındaydı.
Şimdi bu kadar kontrolsüz denetimsiz bilimsel çalışmalardan uzak bir sistemde suçluyu nerede arayacağımızı siz salondaki katılımcılara bırakıyorum. Etkinliğimize katkı veren herkese ve bu etkinliğe gelen siz değerli konuklarımıza tekrardan teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.
Çalıştay fotoğraflarına ulaşmak için tıklayınız |