KADINLARIN EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNE VE BU MÜCADELE YOLUNDA SÜRDÜRDÜĞÜ DAYANIŞMAYA İNANIYOR VE GÜVENİYORUZ
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma gününü bizlere miras bırakan Mirabal kardeşler nezdinde tüm kadınları mücadele ve dayanışma ruhuyla selamlıyoruz. Trujillo diktatörlüğüne karşı yaşamları boyunca mücadele eden ve dikta tarafından hedef gösterilen kız kardeşlerin vahşice katledilmesi diktatörlüğü devirecek etkiyi yaratıyor. Kız kardeşler tarihe "Bir diktatörü deviren üç kadın" olarak geçiyor, diktatörler ise her zamanki gibi tarihin çöplüğüne.
Bugünden 57 yıl öncesine bakınca Mirabal kız kardeşlerin onurlu mücadeleleri baskı ve şiddetle iktidarı elinde tutmak isteyen tüm rejimlere karşı bir başkaldırı anlamına geldiği gibi kadına yönelik şiddetin kaynağına ilişkin de önemli bir örnek oluşturuyor. Zira ataerkil dikta rejimi kız kardeşleri en büyük ikinci tehlike olarak tanımlıyor ve hedef gösteriyor, diktatörlerin sözlerini emir telakki eden zavallılar harekete geçiyor ve kardeşler elbirliğiyle katlediliyorlar. Belki de tam da bu nedenle 1981 yılında Dominik Cumhuriyetinde toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı`nda alınan bir kararla ve 1991 yılında ise Birleşmiş Milletler tarafından 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günü olarak ilan ediliyor.
Nasıl ki Mirabal kız kardeşlerin hayatlarına mal olan şiddetin kaynağında sadece vahşeti uygulayanlar yer almıyorsa bugün de kadına yönelik şiddetin arkasında sadece erkek aktörleri görmek sorunun üstünü bilinçli bir şekilde örtmek anlamına geliyor. Zira kadına yönelik şiddet sonucunu doğuran nedenler içerisinde yargı kararlarından yargı sistemine, bilinçli bir şekilde yüceltilen değer yargılarından, yetkililer ya da ana akım tarafından kullanılan dile, yasalardan yasama sistemine, toplumun her düzleminde her gün yeniden üretilen ataerkil dil ve düşünce biçimine kadar birçok değişken yer alıyor. Kaldı ki uluslararası diplomasi dilinin dahi eril bir şiddet ve savaş diline dönüştüğüne, ırkçı, ayrımcı ve şiddet yanlısı politikaların dünya genelinde yükselerek karşılıklı olarak birbirini beslediğine tanıklık ettiğimiz bir çağın içinden geçiyoruz. Haliyle ataerkil sistem olarak tarif edebileceğimiz bu yapıyla mücadele etmek aynı zamanda kadına yönelik şiddete karşı da mücadele etmek anlamına gelse de özellikle ülkemiz nezdinde durum maalesef çok acil ve caydırıcı önlemler alınmasını zorunlu kılıyor.
Kadına yönelik şiddetin fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet olmak üzere çeşitli boyutları olduğunu biliyoruz. Ancak bugün neredeyse herkes tarafından dile getirilen ve doğrudan kadınların yaşamını tehdit eden en yakıcı sorunun kadına yönelik fiziksel şiddet ve kadın cinayetleri olduğunu söylememiz mümkün. Kadına yönelik şiddetin hiçbir biçimini ya da hiçbir kadının hayatını bir rakam ya da veri olarak görmemiz mümkün olmasa da sorumluların görevlerini yerine getirmeleri bakımından belirtmek durumundayız. Kadına yönelik şiddete ilişkin resmi kurumlarca ciddi bir takip sistemi geliştirilmeli ve elde edilen resmi veriler kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bu anlamda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından 2016-2020 yılları için hazırlanan "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planındaki" veriler dahi 2014 yılında yapılan "Türkiye`de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması`na dayanmaktadır. Bu bağlamda TÜİK`in 2015 yılında tespit ettiği ve 2016 yılında kamuoyuyla paylaştığı en güncel resmi verilere göre ülkemizde her 10 kadından 4`ü eşinden veya birlikte yaşadığı kişiden fiziksel şiddet görüyor. Öte yandan 1 Kasım 2017 tarihine kadar işlenen kadın cinayetleri 2016 yılını aşıyor. Sadece geçtiğimiz ay 31 kadın erkekler tarafından katledildi, 13 kadına tecavüz edildi, 17 kadına cinsel tacizde bulunuldu, 28 kız çocuğuna ise cinsel istismarda bulunuldu.
Kadına yönelik şiddet, her yaştan, her eğitim grubundan, her bölge ve refah düzeyinden kadın için tehdit oluşturursa da kadınların istihdam oranının erkeklerin istihdam oranının yarısı kadar olması ve tüm eğitim düzeylerinde çalışan kadınların erkeklerden daha düşük ücretler alması da ekonomik şiddetin ve haliyle de eşitsizliğin boyutlarını ortaya koyuyor.
Ülkemizdeki bu vahim tablodan tüm kadınlar gibi bizler de payımızı alıyoruz. İnşaat mühendisi kadınlar olarak bizler de gerek eğitim hayatımız gerekse de mesleğimizi uygulamaya yöneldiğimiz her aşamada ikincil bir konuma itiliyor, mesleğimize ilişkin cinsiyetçi yakıştırmalardan, aynı işi yaptığımız erkek mühendislerden daha düşük ücretlerle çalışmaya zorlanmaya kadar cinsiyet eşitsizliğinin çeşitli biçimleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu anlamda yaşadığımız sorunların tümünün kadına yönelik şiddetin hedefi olan tüm kadınlarla ortak bir kaynaktan beslendiğini haliyle de çözümün de bizlerde olduğunu düşünüyoruz. Minerva Argentina Mirabel`in dediği gibi "Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü". Bir şeyler yapmanın mutluluğunu, ellerimizi kavuşturarak oturmanın hüznüne yeğliyoruz. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine ve bu mücadele yolunda sürdürdüğü dayanışmaya inanıyor ve güveniyoruz. Biliyoruz ki asla yalnız değiliz, bilinmesini istiyoruz ki asla yalnız değilsiniz, yalnız yürümeyeceksiniz. İMO 45. DÖNEM KADIN KOMİSYONU |