15 TEMMUZ`DAN DERS ALDIK MI? 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana bir yıl geçti. Başarılı olsa çok kan dökülmüş olacaktı. Yine de 249 yurttaşımız hayatını kaybetti, onlarca insanımız yaralandı. Yaşamını kaybedenlerin yakınlarına bir kez daha baş sağlığı diliyoruz. Bilmemiz gerekir ki 15 Temmuz darbe girişimi uzun süreli bir çalışmanın eseri olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 2002 yılı sonrası dönemde "ağzı dualı insanlar" denilerek büyük bir sempati yaratılan, devletin parasal kaynakları önlerine serilen, liyakat ve ehliyete bakılmaksızın devlet bürokrasisinin Gülen kadrolarına teslim edildiği yıllara iyi bakmak gerekir. Bu anlayış ve özendirme özellikle kendilerini toplumsal yaşamdan dışlanmış olarak gören ve "itibar" arayan insanların ilgi duydukları ve yararlanılacak sempatik bir ortam yaratmıştır. Ayrıca uzun süreli bir döneme yayılan ve 12-13 yaşındaki çocukların okul ve yurt ihtiyacını karşılayacak bir sistemin kurulmuş olması da bu cemaati büyütmüştür. Devlet memurluğuna giriş sınavı soruları hırsızlığının yanında, LYS ve TEOG sınavları sorularının çalınması da Gülen okullarının başarısı olarak gösterilmiştir. Bu durum Gülen Okullarına ciddi bir avantaj sağlamıştır. Açıkçası siyaset kurumu bu cemaate yönelik elinden gelen desteği her koşulda göstermiştir. Siyasetin tepesindekilerin Gülen`le ilgili söyledikleri övücü sözler de bu cemaatin toplumsal yaşamdaki sınırlarını giderek genişletmiştir. Emniyet ve askeri okullara alınacak öğrenci seçimleri ve rütbe yükseltilmesi cemaate yakın olanların önlerinin açılması 15 Temmuz darbe girişimine giden yolu kolaylaştıran bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca Osmanlı`da yaşanan ve 12 Padişahın darbelerle düşürülmesinde Şeyhülislam fetvalarının büyük bir etkisi olduğunu biliyoruz. Bu ve benzeri tarihi bilgileri dikkate aldığımızda, bundan sonraki süreçte başka cemaatlerin devleti ele geçirmelerinin önü açılmamalıdır. Bu nedenle siyaset kurumlarının ve iktidarı elinde tutan gücün bir cemaate karşı başka cemaatlere destek olması onaylanamaz. Liyakat ve yetkinlik yerine yeni yandaşlarla devlet kadrolarının doldurulması başka sorunları ve darbeleri de gündeme getirebilir. 15 Temmuz`a gelinme sürecinde yaşadığımız toplumsal ayrışma ve toplumun bir kesiminin "öteki olarak" görülmesini de hatırlamak gerekiyor. 15 Temmuz darbe girişimine karşı "Ne Darbe Ne Diktatörlük, Bağımsız Demokratik Cumhuriyet" diye bağıran yurttaşlarımızın ve Oda`mızın sesine kulak vermek gerekiyor. Ülkemizin bağımsızlığı ve Cumhuriyet değerlerinin korunması için tek bir yürek olma yolları kapatılmak yerine sonuna kadar açılmalıdır. Darbe ve diktatörlüğe giden yolların kapatılabilmesi için, tüm anayasal kurumların özgürleşmesi ve bu kurumların özgüvenlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda demokrasi, adalet ve liyakat taleplerinin dikkate alınması ülkemizin ve halkımızın yararına olan bir durumdur. Oysa ülkemiz giderek demokrasiden uzaklaşmaktadır. Bugün demokrasiyi kuramamış, iç barışı sağlayamamış bir ülke olarak OHAL koşullarında yaşamayı sürdürüyoruz. Darbe ve diktatörlüğe karşı her zaman savunduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi, OHAL Kararnameleri ve şeffaf olmayan bir ortamda yapılan anayasa değişikliği ile daha da etkisizleşmiştir. OHAL Kararnameleri ile 102 bin 129 kişi işlerinden ihraç edildi, 38 bin 772 kamu çalışanı da açığa alındı. Binlerce kişi tutuklandı içeri atıldı. Kamu çalışanlarından birçoğunun hangi gerekçe ile işlerinden oldukları da açıklanmadı. Bu insanların haklarını arayabilecekleri herhangi bir mekanizma tanımlanmadı. Darbe girişiminden 6 ay sonra kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu; işlerini kaybeden insanların başvurularıyla ilgili "çalışma usul ve esaslarını" belirlemek için 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılını bekledi. Bu durumdan bir kısım meslektaşlarımızda kendilerine düşen payı aldılar. 17 Temmuz`da Başbakanlık tarafından belirlenen ölçülere göre; meslekten veya görev yaptıkları teşkilattan çıkarılanlar ve öğrencilikle ilişiği kesilenler komisyona başvurabilecekler. FETÖ ve terörle ilişkisi olduğu kanıtlanmayan birçok gazeteci ve akademisyenin tutuklanarak yargılanmaları, hukuk ve adalete olan güven duygusunu giderek ortadan kaldırmaktadır. Oysa evrensel hukuk, öncelikle tutuklanmadan yargılanmayı esas almaktadır. Bugün demokratik hakları için seslerini yükseltmek isteyenler baskı altına alınarak sindirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca yıllarca "Gülen" karşıtı olarak mücadele edenler FETÖ destekçisi olarak suçlanıyorlar. Kendi gölgesinden korkan, kendi kendisiyle kavga eden bir ülkeye döndük. Sonuç olarak:15 Temmuz darbe girişimi sonrası devlet aygıtını çağdaş ve ileri bir yere oturtmak yerine "parti devleti olmanın" koşulları oluşturulmuştur. Etnik kimliğe, dini inanca ve cemaate dayalı bir görevlendirme yapmanın yanlışlığı yıllardır çok konuşulup onaylanmasına rağmen unutuldu. Eğitimli, bilgi birikimi yüksek, bilimsel yeterliliği olan insanlar sorgusuz sualsiz görevlerinden uzaklaştırıldı. Bu olumsuzluktan mesleğimiz de kendisine düşen payı önemli ölçüde aldı. Devletin, devlet olmasını sağlayan kurumlar iyice zayıflatıldı. Oysa hukukun özü de, amacı da adalet olmak durumundadır. Yargı sisteminin iktidar denetimine girmiş olması hukuk sistemini araç haline getirmiştir. Bu durumda hukuk adalete hizmet etmez, siyasal iktidara hizmet eder. Hukukun siyasal iktidara hizmet etmesi demokrasi ve hukuk devletini ortadan kaldırır. Bugün ülkemiz de hukuk sistemi çökmüştür. Demokrasi ve insan haklarına OHAL yasası ve kararnameleri yön vermektedir. Ülkemiz geleceğini OHAL Kararnamelerinde aramamalıdır. Geleceğimiz, parlamenter demokrasinin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığına bağlı olarak çalışma yapması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisine teslim edilmelidir. TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YÖNETİM KURULU |